Yazısız Bir Dünyada Bilgi ve Tarih Nasıl Yaşatılırdı?
Eğer yazı hiç icat edilmemiş olsaydı, insanlık tarihini bugünkü kadar ayrıntılı bilemezdik. Ancak tarih yine de yok olmazdı; sözlü kültür, hafıza ve geleneklerle aktarılırdı. Antik toplumlarda destanlar, masallar, şarkılar ve mitler, tarihsel olayların ve kahramanların hikâyelerini kuşaktan kuşağa taşırdı. Örneğin, Homeros’un İlyada ve Odysseia destanları yüzyıllarca sözlü olarak anlatılmıştır.
Yazısız toplumlarda “hafıza ustaları” veya “aşıklar” gibi özel kişiler, toplumun belleğini koruyan önemli figürlerdi. Törenler, ritüeller ve semboller, tarihsel bilgiyi canlı tutmanın başka yollarıydı. Mağara resimleri, kabartmalar ve taş anıtlar da sessiz birer tarih kaydı görevi görürdü.
Yazının icadı, bilgiyi kalıcı hale getirdi; ancak sözlü geleneğin güçlü hafızası, yazıdan önceki binlerce yılın en büyük taşıyıcısı oldu. Belki de insanlık, yazısız bir dünyada bile hikâyelerle var olmayı başarırdı.
