1950 yılında Bulgaristan’da yaşayan Türkler için hayat çok zorlaşmıştı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Bulgaristan'da iktidarı eline alan komünist yönetim, Türk azınlığa baskı yapmaya başladı. Türk okulları kapatıldı, Türkçe konuşmak yasaklandı, camiler kapatıldı, dini bayramlar baskı altına alındı. Mallara el konuluyor, tarım arazileri kamulaştırılıyor, geleneksel hayat zorla değiştirilmek isteniyordu. Türkler ya asimile olmayı ya da doğdukları toprakları terk etmeyi seçmek zorunda bırakıldılar.
1950'de Bulgaristan hükümeti Türkiye'ye 250 bin Türk'ü göndermeye razı oldu. Göç, hem ani hem de çok zorlu koşullarda gerçekleşti. İnsanlar çok az eşya almalarına izin verilerek evlerinden, yurtlarından koparıldı. Zengin-fakir demeden herkes bir anda göçmen oldu.
İşte bu süreçte, kürk giymiş Bulgaristan Türkü kadınlar göçün unutulmaz bir simgesi hâline geldiler. Bulgaristan’ın sert kışlarına alışkın olan bu kadınlar, yola çıkarken yanlarına fazla eşya almalarına izin verilmediği için, en değerli varlıklarını üzerlerine giyerek taşıdılar. Kimi elinde eski bir sandıkla, kimi sırtında ağır kürklerle, kimi kucağında çocuklarıyla, kervanlar hâlinde Türkiye’ye doğru yola çıktılar.
Kürkler, sadece soğuktan korunmak için değil, aynı zamanda bir hayatın hatırasını sırtlarında taşımanın bir yoluydu. Çünkü o kürkler; yılların emeğiyle, belki bir düğünde, belki bir bayramda alınmış, ailenin onuru sayılan kıymetli eşyalarıydı. Göç esnasında kimse yanına para ya da mal varlığı alamadığı için, kürkler hem sıcak tutuyor hem de yeni vatanlarında satılıp hayat kurmak için bir umut oluyordu.
Kadınlar; soğuk kış günlerinde kalın kürkleriyle, yüzlerinde hem hüzün hem gururla Türkiye’ye doğru yürüdüler. Arkalarında bağlarını, sevdiklerini, evlerini, mezarlarını bıraktılar. Önlerinde ise bilinmezlik dolu bir hayat vardı. Ama hepsinin içinde, vatana kavuşmanın umudu vardı.
Bu hikâye, hem bir acı göç hikayesi, hem de onurun, sabrın ve direnişin bir simgesidir. Kürk giymiş Bulgaristan Türkü kadınlar, sadece ailelerini değil, bir kültürü, bir kimliği de sırtlarında taşıdılar.